YAZILARIMIZ

ERGENLİK
Latince “adolescere” büyümek olgunlaşmak anlamını taşır. Türkçeye “ergenlik” olarak giren bu deyim, bir durumdan ziyade bir süreci anlatmaktadır. Yani bireyin biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme, olgunlaşmanın gerçekleştiği çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir.
UNESCO, ergenlik dönemini 15-25 yaş dilimleri arasında göstermektedir. Bu dönem ülkemizde kızlarda 10-12, erkeklerde 12-14 yaşları arasında başlar. Ergenliğin başında oldukça bağımlı olan bireyin yaşamında, ergenliğin sonuna doğru akranlar ve romantik ilişkiler daha merkezi bir rol oynamaya başlar. Ergenlik sürecinde bazıları geri alınamayan pek çok önemli karar alırlar.
Gerçek eğitim kurumu olarak örgütlenmiş kendi yaş kümesi; yani okul içinde çocuk, aileden ayrı bir organ içinde bulunur ve orada toplumsal yaşamın öğrenilmesi, çok yakın duygusal bağların, bağımlılığın ve bir kümeye ait olmanın gerekleri öğrenilir. Yetişkinlik yaşamı burada henüz filiz halindedir. Kendini yetişkinler toplumuna katılmaya ve onun tüm gerekliliklerini yerine getirmeye yavaş yavaş hazırlamaktadır.
Ergenlikten psikososyal gelişime
Okul öncesi dönemde çocuğun yaşamındaki en etkili sosyalleşme kurumu ailesidir. Aile, çocuğun bu dönemindeki etkili sosyalleştirme görevini üstlenir. Aile bireylerinin çocukla olan ilişkileri çocuğun o sosyal topluluk içindeki yerini belirlerken benlik duygusunun da gelişmesine sebep olur. Aile içerisindeki rollerin taklidi, özdeşim kurulması ve kendisine tanınan deneyim şansları çocuğun kişilik gelişimi için önemli etkendir. Okul öncesi dönemde aile içerisinde ilk sosyal deneyimlerini yaşayan çocuk, deneyimleri ışığında duygusal ve toplumsal gelişimini gerçekleştirecektir. Ailenin ne tür olduğu, iç dinamikleri ve ailenin farklı bireylerinin çocuk üzerinde farklı sosyal yapılanmasının farklı biçimsellikler göstereceği bilinmektedir. Çocuğun sosyal ilişkileri ve sosyal davranış modelleri bu deneyimleri ailenin gösterdiği ışık altında gelişip şekillenmesini sağlayacaktır. Ergenlik dönemindeki arkadaş ilişkileri ise son rötuşları alacak ve böylece birey yetişkinlik dönemine adım atacaktır. “Baldwin ve Walson'un araştırmalarına göre hoşgörülü ve demokratik evlerde büyüyen çocuklar arkadaşları ile ilişkilerinde daha etkin, daha girişken, yaratıcı fikirlerini öne sürebilen, fikirlerini serbestçe söyleme eğiliminde görülen çocuklar olmaktadır. Bu tür çocuklarda kendilerini denetleme arzusuna daha erken rastlanmaktadır”. (Yavuzer, H., 1992, s:137)
Çocuğun arkadaşlık gereksinmesi bebeklik dönemine kadar gider. İlk bebeklik ve çocukluk çağında oyun en önemli psikososyal gelişim aracıdır. Piaget'e göre oyun bir uyum ve hazırlanmadır. Çocukluk evresinde, sosyal, duygusal ve bilişsel öğretilerini akranlar birbirlerine yetişkinlerden daha çabuk ve kolay bir biçimde oyun yolu ile aktarırlar. Oyun çocuğa işbirliğini toplu yaşam için gerekli kuralları öğretir. Oyun yoluyla toplumsallaşan 'Ben' ve 'Başkası' kavramının bilincine varmayı çocuk, oyun vasıtası ile öğrenir.
Okul ve akran etkileri
Morris'e göre, çocuklar okula başladıklarında akran etkileri güçlenir. Çocuk akranları tarafından sevilip kabul görmek ister. Hatta bunun baskısını hisseder. Yapılan araştırmalarda sınıf arkadaşları tarafından kabul görmeyen ergenin, okulu bırakma, suç işlemeye yönelme ve sonraki yaşantısında davranış bozukluğu gösterme olasılıklarının yüksek olduğu bulunmuştur. Bu durum özellikle saldırgan olduğu için arkadaşları tarafından sevilmeyen çocuklar için doğrudur. Sleven Asher'ın yaptığı bir çalışmada sınıf arkadaşları tarafından sevilmeyen öğrencileri popüler olan diğer grup arkadaşlarıyla eşlerler. Yapılan çalışmalardaki en önemli bulgu; bir sene sonunda sevilmeyen bireylerin popülerliklerinin orta seviyelere yükselmiş olduğudur. Buna paralel olarak Emory Üniversitesi'nden Stephen Nowicki'nin çalışması da aynı sonuçları vermiştir. Hiçbiri yıldız olmadı ama sevilmeyen birey de değillerdi. (Goleman, D. 1997, s:251)
Akranları tarafından sevilip kabul edilmek isteyen ergene arkadaş grubu önemli bir destek ağı sağlar: Çocukluktan yetişkinliğe geçişi sırasında bireyin kendi benlik kavramını, kişilik özelliklerini, sosyal tarzını yaratması için arkadaş seçimi önemlidir. Arkadaş seçimi bireyin tüm kişilik özelliklerini onaylatmanın önemli bir kriteridir. Ergen arkadaş ve arkadaş grubunu bu kritere uygun olarak seçer. Seçim tamamlandıktan sonra ise seçilen grubun tüm özelliklerine “uyma” davranışı gösterir. Grup ve grup davranışlarıyla özdeşleşme ergenliğin en belirgin özelliğidir. Bu uyum süreci beraberinde gerginliği de getirir. Ergenin kendini hem duygusal hem de fiziksel olarak ortama uydurma süreci, eski alışkanlıkların kırılarak yerini alan yeni davranış biçimleri bu gerginliği yaratır.
Erikson'un psikososyal gelişim basamaklarını tarif ederken Ergenlik Döneminin yer aldığı dilimi “Kimlik ve Rol Karmaşası Dönemi” olarak ele almaktadır. Bu dönemin en önemli tehlikesinin ise kimlik arayışındansa rol karmaşası oldğunu belirtir. Belirgin ve geçerli bir davranış modelinin yerleşmiş olmaması, farklı koşullarda istediği gibi davranması (bazen yetişkin, bazen çocuksu) ergeni tahmin edilemez kılan faktördür. Bu durumun sürekliliğinde ise ergen benlik ve kimlik gelişimini gerçekleştirememektedir. (Biehler '97 s:35)
Arkadaşlığın bazı özellikleri:
Ana babalar uzun dönemlere ilişkin ergenin geleceği ile ilgili kararlar alırken: arkadaş grupları mevcut anın statik durumuna dair kararlarla durum belirlenmesi yapar.
Yapılan araştırmalarda ergen meslek seçimi, politik görüşü, ahlak gelişimi gibi konularda ailesinin görüşüne itibar ederken; giyim, saç biçimi, ilgiler, sosyal ilişkilerde arkadaş grubu etkindir.
Tabi ki akran etkisi olan konularda ergen-ebeveyn çatışmaları kaçınılmaz. Bu çatışmaların ana başlıkları ise:
-
Fiziksel görüntü
-
Arkadaşlar
-
Flört etme
-
Eve geliş-gidiş saatleri
-
Yeme alışkanlıkları
Kızlar arkadaşlık konusunda erkeklerden daha endişelidir.
Kızların başkalarının tepkilerine daha fazla önem vermesi ve arkadaşlıklarında mahremiyeti ve samimiyeti aramalarından kaynaklanmaktadır. (Coleman 1980)
Erkekler arası arkadaşlıklarda ise ilgi ve becerilerin rekabeti sebebi ile belki de böyle samimi ilişkilere izin vermez.
Kızların kız arkadaşları ile samimiyet arayışları ise daha fazla endişe, kıskançlık ve çatışmayı yaşamalarına olanak tanımaktadır.
Ergenliğin ilk dönemlerinde 3-9 kişilik aynı cinsiyetin bir araya geldiği gruplar, ergenliğin ortalarında karışık cinsiyetli gruplar halini alırken ilerleyen dönemlerde bu durum çiftler şekline dönüşmektedir.
Ergenlik ve aşk:
Ergenlik dönemlerinde grup içerisinde oluşan çiftlerin duygusal ilişkisi orta ergenlik döneminde başlamakta ancak fazla uzun bir süreklilik taşımamaktadır. Ergenin bu dönemde ailesinin dışında birebir geliştirdiği ilk ilişki olması sebebi ile duygusal anlam taşıyan ilişkiler kurması önemlidir. Bu dönemde şiddetli hezeyanlar halinde görülen duygusal iniş çıkışlar genelde kısa süreli ve değişkenlik gösteren bir şekildedir. Ender olarak cinsellik içerir. İlişki içinde olmak grup tarafından onaylanır. Sonraki dönemlerde ise ilişki daha romantikleşir ve daha durağanlaşır. Artık birey daha seçici ve süreklilik taşıyan ilişkileri tercih eder. Bu dönem de ilişkide grup yönetimi yoktur. Bireyin kendi isteği ve cinsel olgunluğu ile ilişki ciddiye alınır. Genellikle bu dönemde yaştaşlar cinsiyet açısından fazla farklılık göstermemekle birlikte iniş çıkışlarında daha içe dönük ve sessiz bir tablo sergilerler. Ayrılıklar da genel olarak “hayata küsme” şeklinde olsada kısa sürede toparlanırlar.
Bu dönemde evlenen ergenlerin genellikle evliliğin başarısızlığı 20li 30lu başarısızlığından yüksektir. Karşı cinsin kabul edici tavırları ve beğenisi ergenin kendini değerli bir varlık olarak algılamasına ve güvenli ilişkiler kurmasına yardımcı olur. (Kulaksızoğlu, A. s:88)
Olumsuz arkadaş etkileri:
Arkadaş çevresinin değerlerini grup tarafından dışlanmamak için benimseme, bu sebepten dolayı sapan davranışlar gösterme ve olumsuz alışkanlıklar benimseme ergenler arasında görülür. “Arkadaş ve akranların kötü alışkanlıkları ergenler yeni alışkanlıkları denemeleri için bir öğrenme ortamı yaratmakta ve teşvik edici olmaktadır. (Köknel, Ö. 1982 s:303 ve Kasatura, ı. 1995 s:39)” (Kulaksızoğlu, A. 2002 s:218)
Olumsuz etkilerinin yanı sıra zaman zaman suça teşvik edici veya olumsuz durumları grubun onaylaması sonucu ergenler, grup etkisi ile olumsuz davranışlar da sergileyebilmektedir. Bu gruplara “çete” adı verilebilir. Gençler arasında suçluluğun artmasının nedeni de bu çetelerdir.
Yavuzer'in araştırmasında suçlu deneklerin arkadaş çevresinde yüzde 15.9 hüküm giymiş suçluya rastlanmıştır. (Yavuzer H. '81 s:182)
Tüm dünya ülkelerinde çocuk suçluluğuna ilişkin anti-sosyal davranışın 14 yaş dolaylarında topluma karşı gelme biçiminde ve özellikle ergenin kendini özdeşleştirdiği bireyin etkisi ile suça yöneldiği görülmüştür. Ergenlikte tutumların oluşmasında en önemli etkenlerden biri arkadaşlardır.
“Akranların tutumlar üzerine etkisi çocukların ana-babadan çok arkadaşları ve tanıdıkları ile birlikte oldukları ergenlik döneminde kendini gösterir” (Morgan) Bunun sebebi kolay ilişki kurdukları , sevdikleri kişileri otorite olarak alabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Ergenlikte tutumlar değişebilir. Ancak bağlanımın (commitment) bir gruba veya arkadaşa sürmesi halinde geliştirilmiş olan tutum(lar) kabul edilen değerlere paralel olarak varlığını sürdürür.
Olumlu arkadaş ilişkileri:
Akranları ile teması ergene eşitlikçi gelmekte, dolayısı ile daha fazla kendini ifade etmekte, daha fazla anlaşıldığını düşünmekte, dolayısıyla daha fazla karşı görüşlere hoşgörü ile yaklaşabilmektedir. Bireyin ilgi ve becerilerinin olması ona sosyal kabul kalıplarının rahatlıkla açılmasına yardımcı olur. Böylece bir gruba ait olabilmenin yolu yetileri sayesinde fazla zorlanmaya gerek kalmadan açılmış olur. Grup tarafından benimsenmesi kendine güvenini arttırır. Güven arttıkça birey özgürleşip düşüncelerini ifade edebilir. Kendine güveni azaldıkça da grup etkisi giderek artar. Bu da uzun vadede çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Kendine güveni artan birey, grup normlarına uyma davranışını grup normlarını belirleme davranışı ile yer değiştirmeye çalışır. Bu da hem ergenin kendi içinde hem grup lideri ile hem de grubun diğer üyeleri ile çeşitli boyutlarda çatışmalara girmesine sebep olur.
Grubun ergen üzerine etkisi:
Grubun belli bir amacı ve bir araya gelme nedeni vardır. Bu amaca bağlı olarak arkadaş gruplarında bir araya gelinen süre arttıkça grubun bütünlüğü de artar. Böylece çok bir arada olan bireyler birbirlerini daha iyi tanır ve bütünlük beraberlik duygusu pekişir. Dış tehlikelere karşı grup bütünlüğünü korumak için daha sıkı ilişki kurar (çeteler ve yasadışı gençlik örgütleri gibi).
Önderler grup bireylerini etkiler, bireylerin öğrenme isteğini ve gücünü arttırır. Öğrenmede kolaylık sağlar (sosyal kolaylaştırma). Rekabeti arttırır.
Grup üyeleri benzer davranışlar gösterir (ortak kıyafet, saç stili, müzik vs)
“Biz” ve “başkaları” duygusu hakimdir.
(Kulaksızoğlu, A. s:89)
Arkadaşları arasında kendine yer arayan genç özerklik ve sorumluluğun sınırlarını bilemezse 4 farklı şekilde davranış gösterir:
-
Boyun eğer ve çevresindekilere benzer
-
Her şeye başkaldırır
-
Aldırmaz ve sorumsuz yaşar
-
Olumlu bir özdeşleşme ile kendinin ve toplumun gelişmesine katkıda bulunur. (Köknel, Ö. 1995 s:93)
Özdeşleşme bir kimlik arama sürecidir. Ergen bu süreci arkadaş grupları içerisinde sağladığı uyumla, farklı rolleri deneyerek geçirir.
NAZ BOZOK

Çocukluk Döneminde Öfke Nöbetleri
Bir çok aile çocuklarının geçirdiği öfke nöbetlerinden şikayetçidir. Bu öfke nöbetleri 18 ay ile 3 yaş arasında görülür. Öfke nöbetleri normal gelişimin bir parçasıdır. Öfke nöbetleri iki temel sebep yüzünden ortaya çıkmaktadır. Bu sebeplerden biri biyolojiktir. Çocukların beyinlerinin bazı bölgeleri daha geç gelişir. Bu bölgelerden biride frontal kortekstir. Bu bölge davranışların oluşumundan ve sosyal davranış kontrolünden sorumludur. Bu yüzden çocuklar bu dönemde davranışlarını kontrol etmekte ve düzene sokmakta sorunlar yaşar. Çocukluk döneminde öfke nöbetlerinin görülmesinin bir diğer nedeni ise çocuğun hayal kırıklığına uğramasıdır. Örneğin, çocuk oyun oynarken, oyunda bir sonraki aşamaya geçerken zoruluk yaşar ya da geçemezse hayal kırıklığına uğrar ve duyguyu dil ile ifade edemediği için hayal kırıklığı öfkeyi tetikler ve bunun sonucu da öfke nöbetleri ortaya çıkar.
Bu dönemde aile desteği ve davranışı çocukların davranış kontrolü sağlaması açısından oldukça önemlidir. Öfke nöbetleri öğrenilmiş davranışa dönüşebilir. Öfke nöbeti geçiren çocuğa istediğini vermek ona yanlış bir mesaj yollar. Çocuk istediğinin yerine getirilmesini ödül olarak görür. Bunun sonucu olarak da, çocuk ebeveyninin kontrol edebileceğini ve istediğini her öfke nöbeti geçirdiğinde alacağını düşünür.
Öfke nöbetleri kontrol altına alınabilinir:
-
Çocuğa karşı tutarlı bir tavır sergilemek önemlidir. Günlük rutinlere bağlı kalmak çocuğun ne bekleyeceğini bilmesini sağlar.
-
Çocuğu vücut dile ile kelime kullanmaya teşvik etmek, öfke nöbetlerinin kontrolüne yardımcı olabilir. Küçük çocuklar konuşa bildiklerinden daha çok kelime bilgisine sahiplerdir. Eğer çocuk konuşamıyorsa ya da daha yeni konuşmaya başladıysa bazı kalıpları ; “ben istiyorum”, “acıktım”, “yoruldum” gibi işaret ve vücut diliyle ona öğretmek çocuğun kendini daha rahat ifade etmesini sağlayacaktır.
-
Çocuğun kendi seçim yapmasına izin verin. Her şeye “hayır” demekten kaçının. Çocuğunuza “Kırmızı mı yoksa mavi mi tişortu giymek istiyorsun?” “Bugün muz mu çilek mi yemek istersin ?” gibi sorular ile onun seçim yapmasına izin vermek çocuğun kontrol duygusunu geliştirir.
-
İyi davranışları övün. Çocuğunuzun her iyi davranışına daha fazla ilgi gösterin. Ona sarılın ve onunla ne kadar gurur duyduğunuzu ona söyleyin. İyi davranışın ödüllendiğini gören çocuk bu davranışı alışkanlık haline getirmeye meyillenir.
-
Öfke nöbetlerinden kaçınmak için çocuğunuza onun yaşına zor gelicek oyun ve oyuncaklar vermeyin.
-
Çocuğunuz herhangi birşey için oyuncak, kıyafet veya yemek gibi tuturduğunda ona hayır demek yerine seçenek sunun. Bu yaşlarda ki çocuğa hayır demek çocuğun tepinmesine ve bağırmasına sebep olur. Altarnetif sunmak ise çocuğun dikkatinin istediği şeyden sunulan alternatife kaymasını sağlar.
Yukarıdaki önerilenleri yapmak çocuklarda öfke nöbetlerinin kontrol altına alınmasına yardımcı olacaktır. Çocuğunuz öfke nöbeti geçirdiği zamanlar sizin sakin kalmanız oldukça önemlidir. Çocuğunuz eğer vuruyor veya tekme atıyor ise onu sakinleşene kadar tutun. Çocuğunuz sakinleştiği zaman ona “ Öfkelenmen ve bağırman benim dikkatimi çekmiyor. Bana bir şey söylemek istiyorsan kelimelerini kullanmalısın” diyebilirsiniz.
Çocuğunuz öfke nöbetleri sırasında etrafa zarar veriyorsa onu bulunduğu ortamdan uzaklaştırmak ve mola vermesini sağlamak yardımcı olacaktır. Evinizde bir mola yeri seçin, bu yer çocuk için sıkıcı bir yer olmalıdır. Çocuğunuzun odası veya onun oyun oynadığı bir yer bu amaca uygun değildir. Bu yüzden seçeceğiniz yer çocuk için nötür biryer olmalıdır.Evinizin salonu veya koridoru bu amaca uygun olabilir. Mola vermeden önce çocuğunuzun sakinleşmesini bekleyin.
Eğer mola zamanı bitmeden çocuğunuz yerinden kalkıyorsa onu sakince mola yerine geri götürün. Çocuğunuz sakinleştiği zaman ona neden mola verdirttiğinizi ve davranışının neden uygun olmadığını açıklayın.
Ne zaman profesyonel yardım alınmalı?
Çocuğunuzun kendini kontrol edebilme becerisi geliştikçe öfke nöbetleri de azalmaya başlayacaktır. Birçok çocuk 3 yaşından sonra daha az öfke nöbeti geçirir. Çocuğunuz 3 yaş ve üzerinde hala konuşmakta sorun yaşıyor ve öfke nöbetleri giderek artıyorsa bu durumu bir profesyonele danışmanız çocuğunuz için iyi olacaktır. Unutmaması gereklidir ki, erken müdahale çocuğunuzun ilerde davranış problemleri geliştirmesine engel olacaktır ve hem okul hem de ev yaşantısında başarılı olmasını sağlayacaktır.
CEREN KÜÇÜK
Referanslar:
Temper tantrums in toddlers: How to keep the peace.(2015, July 28). Retrieved January 04, 2015 from https://www.mayoclinic.org/healthy-lifestyle/infant-and-toddler-health/in-depth/tantrum/art-20047845?pg=1
Dutta, U. (2017). Manage the Temper & Tantrums in your Child: Some easy steps to follow. Women’s Eta, 44(1055), 48.
Çocukta Benlik Gelişimi Bağımlılık Ve Ayrılma Kaygısı
Yenidoğan döneminden itibaren özellikle 6 yaşına kadar olan dönem bakım verenin tutumu (genelde anne) çocuğun gelecekte kuracağı ilişkilerin temelini hazırlar. Teorisyenler, ihmalkar, reddedici, istismar uygulayanlar kadar, çocuğun süreli yalnız kalmalarına izin vermeyen bakım vericilerin de bakım verdikleri çocuklara zarar verdiğinin altını çiziyor.
Anne, çocuğun yalnız kalabilme kapasitesini geliştirebilecek davranışlarda bulunmalıdır. Çocuğun kendi başına geçirdiği yalnızlık dönemleri, onun nelerin üstesinden gelebileceğini, başedebilme kapasitesinin sınırlarını öğrenebilmesine olanak sağlar. Çocuğun dış dünyayla tanışması, farklı sorumlulukların bilincine varması anneyle olduğundan daha fazla yalnız kalarak da gerçekleşmektedir. Tüm bunlar çocuğun benlik geliştirmesinde attığı önemli adımlardır. Çocuk devamlı olarak annenin müdahalelerine, yardımlarına maruz kalır ve kendi imkanlarıyla bir şeylerin üstesinden gelebileceğini göremezse uzun hayat çizgisinde karar alma zorluğunun yanısıra her yeni adım atışında, zorluklarla karşılaştığında bir otoriteye ihtiyaç duyacaktır. Çocukluğundaki sorun çözücüye olan gereksinim, sorunlarla başa çıkabilmeyi öğrenene kadar devam edecektir.
Aile bireylerinin birbirine bağımlı olması konusuna baktığımızda önümüze çıkan en belirgin ve yaygın olarak ayrılma anksiyete bozukluğu olduğunu görüyoruz. Peki nedir bu ayrılma anksiyete bozukluğu? Ayrılma anksiyete bozukluğu bağlanılan kişiden ayrılma durumuyla karşılaşıldığında kişinin kendisinin ya da bağlandığı kişilerden birinin başına kötü bir şey geleceğiyle ilgili aşırı ve yoğun olarak hissettiği kaygıya verilen addır. Bağlı ve bağımlı yapılardaki ailelerde ebeveyn yanından ayılan çocuğa okulda bir şey olacak diye kaygı senaryoları üretmekte, ebeveyn sürekli kaygı hissetmekte ve çocuğuna bir şey olacağından korkmaktadır. Ebeveyn davranışları ve tutumlarıyla çocuğun kendilerine bağlı ve bağımlı oluşunu desteklemektedir. Çocuk ise kaygılı ebeveyninden ayrı iken onlara bir şey olacağından ya da onlar tarafından terkedileceğinden korkmaktadır. Aynı zamanda çocuk ebeveynden ayrı iken kendisine bir şey olacağından korkmaktadır. bu durumda Ebeveynin kaygısı çocuğun kaygısından baskındır.
GİZEM HAMURCU
Kaynakça: Tüzün, O., & Sayar, K. (2006). Bağlanma kuramı ve psikopatoloji. Düşünen Adam, 19(1), 24-39.

AKRAN ZORBALIĞI
Akran zorbalığı özellikle ergenlik döneminde sistematik olarak olaylar sırasında kendini savunmakta zorluk çeken kişiye karşı, akran olan başka kişi ya da grup tarafından fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulanmasıdır. Bu ilişkide zorba, kendi gücünü daha zayıf kişileri ezmek ya da onları korkutmak için kullanan kişidir. Çoğunlukla güçlü, kolayca provoke olan, saldırganlıktan hoşlanan popülarite ve güvenliğe sahip bireyler olarak karakterize edilir. Kurban başka kişilerin davranışları nedeniyle acı çeken, zarar gören kişi olarak tanımlanır. Kurbanlar tacize maruz kaldıklarında kendilerini savunamayacak kadar güvensiz ve değersiz oldukları sinyalini verirler. Zayıf olmaya eğimlidirler, düşük özgüven ve düşük popülariteye sahiptirler.
Şiddet sadece fiziksel anlamda saldırganlık demek değildir. Şiddet tehtit etmeyi, vurmayı ve tekmeyi olduğu kadar dedikodu yapmayı, dışlamayı, başkalarına ad takmayı da içerir. Bir çocuk dahil olmak istediği grup tarafından dışlanır ve onlar tarafından kabul görmezse daha sonrasında zorba/kabadayı olabilir. Çocuğun kabulü kendi olduğu kadar aile yapısıyla da ilgili bir durumdur.
Aynı zamanda çocukları doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen bu durumun hem zorbalığı uygulayan hem de zorbalığa maruz kalan anlamında iki boyutu bulunmaktadır.
Erkek öğrencilerde zorbalık daha ziyadesi ile fiziksel görülürken kız öğrencilerde ad takma, dedikodu, alay etme gibi sözel özellikler taşır. Yaş ilerledikçe zorbalığa uğrayan öğrenci sayısında bir düşüş olmakta; zorba sayısında ise bir artış olmaktadır. Küçük sınıflarda fiziksel zorbalık hakimken, büyük sınıflarda daha çok sözel ve psikolojik zorbalık görülmektedir.
Zorbalığın temelinde ailesel, ruhsal, akademik veya sosyal sorunlar bulunmaktadır. Zorbalık kaygı ve tedirginliklerini gösterme olanağıdır. Zorbalar evlerinde gerçekte mutsuzdurlar veya evlerindekilerin zorbalığına maruz kalmaktadırlar. Okul yaşamlarında baskıyla baş edemedikleri için bu yolu deniyor da olabilirler. Bazıları ise kendileri incinmemek için başkalarını incitirler.
Aile ilişkilerine bakıldığında zorbaların ailelerinin çoğunlukla kurallar konusunda tutarsız ve sınırlarını koymak için güç kullanan aileler oldukları görülmüştür. Diğer taraftan kurbanların ailelerinin ise aşırı korumacı bir tutum içinde oldukları belirlenmiştir.
Zorbanın aile özellikleri:
-
Ebeveynler arasında çatışma ya da uyuşmazlık, bazı eşler arasında şiddet görülebilir.
-
Tutarsızdırlar. Bazen aşırı ilgili bazen tümüyle ilgisiz olmak gibi
-
Çocuğun davranışlarını takip etmezler.
-
Kural ve sınırsızlıklarla ilgili özelliklerden dolayı saldırgan davranışlara olanak tanırlar.
-
Baskıcı ya da cezalandırıcı ebeveyn tutumu sergilerler. Cezanın kullanımına anlık öfke patlamaları eşlik eder.
-
Saldırganlığı ödüllendirmek ve saldırgan olmayan olumlu sosyal davranışı pekiştirmemek hatta cezalandırmak
-
Aile içinde çocuğa karşı sevgisizlik ve duygusal destekten uzak olan bir ortam vardır.
-
Özellikle erkek çocuklar için kavga etmenin ve şiddetin olumlu gibi teşvik edildiği aile yapısı vardır.
Bu koşullarda yaşayan birey kendi evinde değersiz hissedeceğinden, ev dışı ortamlarda çevresindekilere gösterdiği zorbaca davranışlarla baskın olup değer duygusu kazanmaya çalışır.
Çocuğunuzun zorba olduğunu öğrenirseniz;
-
Okulla ve okul rehberlik servisi ile iletişime geçin.
-
Konuyu ciddiye alarak bu davranışı çocuklar arası olabilecek doğal bir davranış olarak değerlendirmeyin.
-
Öncelikle onunla konuşmaya çalışın.
-
Konuşma içeriği kesin ve kararlı olmalıdır.
-
Şuçlayıcı veya saldırgan ifadelerden kaçının.
-
Ona mağdurun duygusunu anlatın ve bu tür davranışı asla onlaylamayacağınızı kesinlikle belirtin.
-
Çocuğunuzu savunmayın.
-
Aile içi ilişkilerde de davranışların şaka yollu bile olsa zorbalıktan uzak olmasına özen gösterin.
-
Çocuklar özellikle küçük yaşlarda saldırgan davrandıklarında istekleri yerine getirilmektedir. Çocuk saldırganlığı amacına ulaşmamalıdır, bu gibi durumlarda istekleri yerine getirilmemelidir.
-
Çocuklar kızgın ve öfkeliyken onlarla tartışılmamalı, hatta ilişki en az düzeye çekilmelidir ancak çocuk sakinleştikten sonra durum birlikte konuşarak değerlendirilmelidir.
-
Çocuğun saldırgan davranışları fiziksel şiddetle cezalandırılmamalıdır. Örnek teşkil edecek şekilde sakin olmak ve sonrasında bu konuyu konuşmak, iç görü kazanmasını destekleyecektir.
-
Çocuğa uygun çeşitli görevler verilmeli başarı yaşaması sağlanarak kendine güvenin gelişmesi desteklenmelidir.
-
Çocuğun seyrettiği TV programları, filmler, oynadığı bilgisayar oyunları konusunda eşlik edilmesi ve dikkatli olunması gerekir.
-
Seyrettiğiniz film veya yaşadığınız gerçek olaylar üzerinden mutlaka konuşulmalı, topluma uyan veya uymayan davranışların sonuçları değerlendirilmelidir.
-
Çeşitli sosyal ve sportif faaliyetlere yönlendirilmelidir. İlgi alanlarını ve hobilerini gerçekleştirmelerine olanaklar sağlanmalı, bu konuda yüreklendirilmelidir.
-
Doğal ortamlara ve açık alanlara yönlendirilmeli ve enerjisi buralarda açığa çıkmalıdır.
-
Gerekli koşullarda uzmanlardan yardım alınmalıdır.
-
Olumsuz davranış modelleri değiştirilmeli çocuğu, olumlu pekiştireçlerle güven aktarılmalıdır.
NAZ BOZOK

OKUL KORKUSU
Okul hem çocuğun hem de ebeveynin hayatındaki önemli köşe taşlarından biridir. Çocuk için, anne-baba ve ailesinin dışındaki sosyal çevrenin varlığını fark etmesi ve bu yeni çevrenin karmaşık yapısına uyum sağlayarak dış dünyayı tanımaya başlanması açısından okul, sosyal gelişimin önemli basamaklarından biridir.
Bu yeni ortam da hem kendini bir birey olarak tanımasına hem de kendisinin dışındaki insanların çeşitliliğini fark etmesine ve bu farklı bireylerde ortak sosyal zeminde uyum çabasına imkanı doğar. Oldukça karmaşık olan bu süreç, çocuğun erken yaş döneminde kreş ve/veya anaokulundan başlayarak belki de üniversiteye kadar sürecek uzun bir zaman dilimini kapsar. Bu süreç çocuğun olduğu kadar ebeveynin hayatınıda doğrudan etkilemektedir. Artık hayatına sınıf arkadaşları, öğretmenleri, müdürleri ve müdür yardımcıları girmiştir ve bu ortamda herkes birbirinden etkilenmektedir.
Çocukların büyük bir bölümü bu süreci rahat geçirirken bazıları çeşitli biçimlerde zorluklarla karşılaşabilirler. Zorluklarla karşılaşmalarının temelinde birçok faktör yer almaktadır:
-
Kendi kişilik problemleri
-
Anne-babanın tutum ve davranışları
-
Okul ortamı ve fiziksel çevre
-
Öğretmen tutumları
-
Arkadaşlar
-
Çevre tutum ve davranışları
Bu zorluklarla çocuğun başa çıkabilmesi öncelikle kendi zihinsel, bedensel ve sosyal gelişimiyle, anne-baba tutum ve yaklaşımlarına bağlı olarak farklılıklar göstermektedir.
Okul Korkusu:
Çeşitli formlarda kendini gösterebilir. Korku, öfke, kaçınma, evde kalma isteği gibi olabilir. Aynı zamanda fiziksel bir sebebe bağlı olmayan ağrı, bulantı gibi somatik nedenlerle dekendini gösterebilir. Bunun daha ileri formlarında ise ishal, ateş, deri-saç döküntüleri gibi sıkıntılar yaşanabilir.
Okul korkusu ve uyum sorununun altında yatan en önemki sebeplerden birisi çocuğun annesi veya ona bakan bireyden ayrılmak istememesine başka bir deyişle ayrılma endişesini yoğun hissetmesine ve hazırlıksız yakalanmasına bağlıdır.
Okula başlamakta olan çocuğun ilk günlerinde hatta takip eden birkaç hafta boyunca bu endişeyi taşıması doğal ve normal olarak görülürken bu endişeli sürecin uzaması ve yoğunluğu bizi problemli bir durumla karşı karşıya bırakmanktadır. Okula başlayana kadar içinde bulunduğu ortam tarafından kabul ve onay görmekte olan çocuğun bu yeni ortamda da kendi varlığını kabul ettirip onaylatabilmesi doğal olarak belli bir süre alacaktır.
İlk kez okula başlayacak olan çocuğun evinden daha büyük ve geniş olan okulda kaybolma veya bırakılma korkusu da onun için endişe kaynağıdır. Bu yeni ortam ve kurallarını tanıması, zaman dilimlerine alışabilmesi, başka öğrencilerin hareketlerini öğrenebilmesi 4-6 hafta içerisinde oturacaktır. Dolayısı ile çocuğun tepkilerini izlemek ve ona uygun yaklaşımlarda bulunmak önemlidir. Çocuğun okuldan korkmasının altında yatan endişelerin bir kısmını sıralayacak olursak:
-
Anne-babasından ve alıştığı ortamdan ayrı kalma endişesi
-
Okul içinde kaybolma veya okulda unutulma endişesi
-
Kalabalık sınıf ortamında kendisiyle ilgilenilmeyeceği, fark edilmeyeceği düşüncesi
-
Başarısızlık endişesi
-
Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacağı (yemek, tuvalet vb) endişesi...
Bunlar ilk akla gelenler olmakla birlikte çocuğun özel durumuna bağlı endişeleri de olabilir. Örneğin fiziksel engel taşıyan çocuğun merdivenle ilgili kaygısı...
Bu sürecin ebeveynler tarafından olağan ve doğal karşılanması, abartılı tutum ve davranışlardan kaçınılması sürecin uyumsallığını kazanmasıda ki en önemli etkendir. Kaldı ki ebeveynlerin abartıdan uzak, doğal yaklaşımları çocuğun beklenti geliştirmesinde, kabulünde en önemli unsurdur. Unutulmamalıdır ki ebeveyn aynı zamanda çocuğun rol modelidir.
Çocuğun okula uyum sağlamasındaki etkenler sıralanırsa zihinsel gelişimden çokça bahsedilir. Ancak sadece zihinsel değil; sosyal, duygusal ve hatta bedensel gelişim de en az zihinsel gelişim kadar önemlidir.
Çocuğumu okula nasıl hazırlayabilirim?
Yaşı ne olursa olsun çocuğunuzu okulla ilgili olarak önceden bilgilendirin.
Okulunu önceden gezdirin, tanıtın.
Tuvalet, yemekhane, kantin, bahçe kapısı gibi kritik noktaları iyice öğrenin.
Öğretmeniyle tanışın.
Okul günü eleştirilerden uzak durun, güven verin, rahatlatın. Yanında olmadığınızda, onun güvende ve rahat olacağına inandırın.
Kendiniz de sakin olun. Ebeveynin sakin olması çocuğun kaygılarının yoğunluğu açısından önemlidir.
Okul çıkışında onu tam zamanında alacağınızı ya da servise bineceğini, evde mutlaka karşılayacak bir kişinin olduğunu ona açıklayın. Özellikle kaygılı çocuk, annesinin evde olmayabileceği düşüncesiyle okula gitmek istemeyebilir. Ona gün boyu ne yapacağınızı kısaca anlatın.
Gerekirse kısa bir süre yanında kalarak sınıf arkadaşlarından bazılarıyla tanışın ve çocuğunuzu tanıştırın.
Vedalaşmayı kısa tutun.
Okul çıkışı mutlaka çocuğunuzu karşılayın.
Okulda yaşadıklarıyla ilgili onunla konuşun ancak çocuğunuza özlem içerikli cümlelerden kaçının.
Okulun sürekliliğini vurgulayın.
NAZ BOZOK

Çocukluk ve Ergenlik Döneminde Kaygı Bozuklukları
Kaygı bozukluğu, diğer adı ile anksiyeteye çocukluk ve ergenlik döneminde sıkça karşılaşılmaktadır. Bu duruma neden sıkça karşılaşıldığını anlamak için önce anksiyetenin ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Anksiyeteyi normal kaygıdan ayırmak önemlidir. Aksiyeteyi normal kaygıdan ayıran en temel faktörlerden biri anksiyete kişinin sağlığını ve normal işlevselliğini negatif yönden etkiler. Anksiyete kişinin günlük rutinini, işsel veya akademik yaşantısını, sosyal ilişkilerini ve aktivitelerini belirgin bir şekilde olumsuz etkiler. Örneğin; bir öğrencinin sınav kaygısı duyması oldukça normaldir. Bu kaygı kişiyi motive eder ve başarısız olama korkusu kişinin sınavına yeterli bir şekilde hazırlanmasını sağlar. Ancak bu kaygı durumu öğrencinin hazırlanmasına engel oluyorsa veya hazırlandığı takdirde başarısız olması ile sonuçlanıyorsa o zaman bu kaygıyı anksiyete olarak tanımlayabiliriz.
Anksiyete genç nüfusun hayatını ciddi bir şekilde etkilemektedir. Bütün psikolojik bozuklarda olduğu gibi anksiyeteninde çocukluk ve ergenlik döneminde fark edilmesi ve tedavi edilmesi önemlidir.
Çocuklar ve ergenlerde en yaygın görülen bazı kaygı bozuklukları şunlardır:
-
Ayrılma Kaygı Bozukluğu
-
Yaygın Kaygı Bozukluğu
-
Sosyal Fobi
-
Özgül Fobi
-
Panik Bozukluk
Ayrılma Kaygı Bozukluğu olan çocuklar ve ergenler hayatlarındaki birilerinin veya ebeveynlerinin öleceğini veya kaybolacağını düşünürler. Ayrılma kaygı bozukluğu çocuklarda yeni bir yere taşınma, okul değiştirme, tıbbi ciddi fiziksel bir tanıyla veya evcil bir hayvanın ölümü gibi olaylarla başlayabilmektedir. Semptomlar genelde okula gitmeyi reddetme veya daha küçük çocuklarda bakıcı veya kreşte kalmayı istememe şeklinde ortaya çıkabilir. Çocuklar evde ebeveynleriyle kalmak için gerçek olmaya fiziksel şikâyetler sıralayabilirler.
Ebeveynlerinden ayrılma düşüncesi ciddi kaygılara, kâbuslara veya fiziksel şikâyetlere yol açabilir. Bu yüzden okulla gitmeme, evden uzakta uyumama ve hatta kendi yataklarında bile uyumaya isteksizlik başlar. Bir çocuğa AKB teşhisi koyulabilmesi için bu semptomların en az 4 haftadan daha uzun bir süre var olması gerekir.
Yaygın Kaygı Bozukluğunu teşhis etmek zordur. Bunun sebebi ise gerginlik hissi daha hafiftir. Ancak yaygın kaygı bozukluğu kroniktir ve endişe genelde kendi kendine ve hiçbir sebep yokken başlar. Dalgalanan bir sıkıntı halinde huzursuzluk ve fiziksel semptomlar(baş dönmesi, çarpıntı, göğüs ağrısı, nefes almakta zorlanma… gibi) eşlik eder.
Sosyal Fobi; sakar, aptal ve utanç verici görünme korkusudur. Sosyal fobisi olan çocuklar yakından görülebildiği durumlarda (kalabalık önünde konuşmak, derste öğretmenin sorusunu cevaplamak, yemek yemek veya başkası ile konuşmak, gibi...) aşırı kaygı yaşar. Sosyal fobinin fiziksel semptomları; kıpkırmızı olma, ses kısılması, titreme ve terlemedir. Çocuklar kaygılarını, ağlayarak, donarak, geri çekilerek, öfke nöbetleri geçirerek veya konuşmayı reddederek ifade edebilirler. Genellikle 10’lu yaşlarda ortaya çıkar.
Özgül Fobisi olan çocuk ve ergenler özgül nesnelere ve durumlara karşı nedensiz bir korku yaşarlar. En çok rastlananlar; hayvanlar, kan, yükseklik, uçakla seyahat etmek, kapalı alan ve gök gürültüsüdür. Özellikle hayvan fobileri erken yaşlarda başlar. Korku uyandıran aktivite ile karşılaşmak kişiyi anında gerer ve paniğe kapılmasına sebep olur.
Panik Bozuk ani ve kısa süreli yoğun yaşanan kaygı durumudur. Panik ataklar genellikle 10 dakika civarı sürer, önceden geleceği kestirilemez ve fiziksel semptomlar eşliğinde gerçekleşir. Çocuğu veya ergenin aşırı kaygı duyduğu durumlar da panik ataklar ortaya çıkabilir. Örneğin; ayrılma kaygı bozukluğu olan bir çocuk uzun süre ebeveynine ulaşamadığında yaşadığı yoğun kaygı sonucu panik atak geçirebilir.
Yukarıda bahsedilen kaygı bozukluklarının kişinin yetişkinlik hayatını negatif yönde etkilememesi için çocukluk veya ergenlik döneminde teşhis edilmesi ve tedavi edilmesi gerekir. Çocukluk döneminde tedavi edlimeyen kaygı bozuklukları ilerde sosyal ve kişisel işlevsizliklerin, duygu durum bozuklukluklarının ve diğer psikolojik bozukluklarının altyapısını oluşturabilir.
CEREN KÜÇÜK
Referans:
James Morrison,(2016). DSM-5’İ Kolaylaştıran Klinisyenler İçin Tanı Rehberi. Muzaffer Şahin& Hanife Uğur Kural (Eds.), Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları (pp. 171-197). Nobel Akademik Yayıncılık.
Çocuklarda Uyku Düzeni ve Alışkanlıkları
Uyku; fiziksel, zihinsel, psikolojik ve nörolojik sistemlerin düzenli ve verimli çalışabilmesi için gerekli olan en önemli ihtiyaçlarımızdan biridir. Uyku gün içindeki aktivitelerimize, öğrenme kapasitemize ve diğer bilişsel süreçlerimize, duygu durum dengemize doğrudan etki eden bir faktördür. Her yaş için önem teşkil eden uyku elbette ki bilişsel ve fiziksel gelişim süreci hızla devam eden bebek ve çocuklarda ayrı bir öneme sahiptir.
Bebekler doğduktan sonra yaklaşık 3 aya kadar ihtiyaçlarının giderilmesi için 2-3 saatte bir uyanarak ortalama 16 ile 18 saat arasında uyurlar. Bebekler 3-6 aylık olduktan sonra uyku saati ortalaması bir miktar düşerek 15 saat civarını bulur. Elbetteki bu uykunun tamamı gece uykusu değildir. 24 saatlik gün içerisinde 15 saatin yaklaşık 5 saati gündüz uykusuna denk düşer. 6-9 aylık dönemde ise gece uykusu 7 saati bulabilmektedir. Bu dönemin gün toplamı ortalama 14 saat civarıdır. 9-12 aylık dönemde gece uykuları uzayarak10 ile 12 saat arasında değişim gösterebilirken gündüz uyku süreleri 3-4 saati bulmaktadır. 12 aylık dönemden 4-5 yaşına kadarki aralıkta ideal ortalama uyku saati 12-13 saattir. Bebekler büyüdükçe gündüz uyku saatleri giderek azalma göstermektedir; bu dönemde de gündüz uyku saati ortalaması 1.5 saat ile 3 saat arasında değişmektedir. Bunlara ek olarak uyku düzeni ve alışkanlıkları çocukların kendilerine özel gereksinimlerine bağlı olarak oldukça değişkenlik gösterebilmektedir. Bebeklikten çocukluğa uzanan dönemde uyku düzen ve alışkanlıklarının düzen kazanabilmesi oldukça geniş bir zamana yayılmaktadır.
Bebeklikten ergenlik bitimine kadar olan farklı dönemlerde uyku sorunlarına sık sık rastlanmaktadır. Ebeveynler tarafından tanımlanan uyku sorunları okul öncesi dönemdeki çocuklarda %25-50, okul çağındaki çocuklarda ve ergenlik dönemindekilerde %20-30 dur. Tanımlanan bu uyku sorunları yaşla, çocuğun fizyolojik ve bilişsel ve emosyonel gelişimiyle bağlantılı olarak çeşitlilik göstermektedir. Bu sorunlar hatta bazı noktalarda uyku bozukluğu diyebileceğimiz bu problemler uyku saatlerinde uykuya geçmede direnç gösterme, yalnız yatmayı/uyumayı reddetme, uykuya dalma sürecinin gecikmeli olması, uykunun sık sık bölünmesi, uyanamama, uyku terörü olarak sıralayabiliriz. Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflandırma Sistemi uyku bozukluklarını 2 kategoriye ayırmaktadır. Bu kategorilerden biri yeterli olmayan, gereğinden fazla uyuma ya da kalitesi düşük olan uykuyla ilgili bozuklukları tanımlarken diğeri uyku sırasındayken ortaya çıkan davranış problemlerini barındıran uyku bozukluklarını (uyku terörü, idrar kaçırma, uyurgezerlik vs.) tanımlar.
308 anneyle çocuklarının 8-36 aylık zaman diliminde yaşadıkları uyku problemleri hakkında yapılan boylamsal bir araştırmada elde edilen veriler şu şekildedir: annelerden %10'u bebekleri 8 aylıkken gece en az 3 kere uyandıklarını, %8'i bebekleri uyandıktan sonra geri uyutabilmeleri için en az 1 saat geçirdiklerini, %5'i gece defalarca uykularının bebekleri tarafından bölünüyor olmasından şikayet etmiş, %18'i ise bu problemlerden en az 1'ini yaşadığını belirtmiş; bebekler 3 yaşına geldiklerinde ise annelerden %29'u uyku saati geldiğinde çocuklarını yatağa götürmede, yatakta kalabilmesini ve uykuya dalabilmesini sağlamakta zorluk yaşadığını belirtmiştir.
Uyku problemleri tedavi uyku davranışları iyileştirilemediğinde yıllarca sürebilmektedir ve bireyin hayatını etkilemektedir. Uykusu açısından yeterli verimi sağlayamamış bir çocuk hem duygu durumlarıyla ilgili hem nörolojik gelişim süreçleri ve kognitif faaliyetleriyle ilgili hem de sosyal hayatıyla ilgili problemler yaşamaya açık bir hale gelir. Çocuğun yaşadığı uyku problemi aynı zamanda aile işleyişinede olumsuz etkileri olmaktadır.
Uyku ve uyku düzeni problemlerinin kaynağı ne olabilir? Her bebek dünyaya geldiği ailenin genetik taşıyıcılığında hayata başlamaktadır. Burada hem çevresel hem de biyolojik faktörler birlikte etkileşimde. Çevresel faktörler kontrol altına alınmak istendiğinde yapılmaya en uygun davranışlardan biri bebeğin ihtiyaçlarını belli bir düzenle karşılayıp, bebeğin uykuya rahat geçmesini sağlamaktır. Bebek sizin uyutma biçiminiz nasılsa belli bir süre sonra bu biçime alışacak ve o şekilde davranılmasını isteyecektir. Uyutma davranışı ninni söylemeyi, ayakta sallamayı, emzik emmeyi, süt emmeyi kapsayabilir. Bebeğin bu düzeni öğrenmesinden sonra düzenin dışına çıkılması bebekte uyku bozulmalarına yol açabilmektedir. Bu yüzden ebeveynin en baştan uyutma davranışına bebekle uyum sağlayacak ve ilerleyen aylarda sorun yaratmayacak bir biçimine karar vermesi önemlidir. Uygulanan tüm bu davranış tekniklerinin yanı sıra asıl olan bebeğin gereksinim, davranış ve ihtiyaçları doğuşu itibarı ile dikkatle ve yakından izlenmesi ve ona uyumlu olanlar seçilerek devam edilmesi esastır. Bebeğe sevginin hissettirilmesi ve tutarlı kuralların konulup uygulanması verimli sonuçlara ulaşabilmek için önemlidir. Ek olarak bebeğin/çocuğun kendine ait bir köşesinin, odasının ve yatağının olması ve uykuya dalışının burada sağlanıyor olması; yatağının çocuğun fiziksel gelişimine uygun koşullar sağlayan boyut, malzeme içeriklerine sahip yani ergonomik ve ortopedik şartlara uygun olması, özellikle küçük bebeklerin yatış pozisyonlarının doğru ayarlanması ve kontrol edilmesi önemlidir. Tüm bunlar doğru uyku düzeni ve alışkanlığı kazandıracak adımlar olduğu gibi aynı zamanda bebeklerin yetişkinliğe uzanan yolculuklarında ruhsal, fiziksel ve zihinsel olarak sağlıklı gelişebilmeleri için zemin hazırlayıcı adımlar olacaktır.
GİZEM HAMURCU
Referanslar
Fiş, N. P., Arman, A., Ay, P., Topuzoğlu, A., Güler, A. S., Gökçe İmren, S., ... & Berkem, M. (2010). Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketinin Türkçe geçerliliği ve güvenilirliği. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 11, 151-160.
Jenni, O. G., Molinari, L., Caflisch, J. A., & Largo, R. H. (2007). Sleep duration from ages 1 to 10 years: variability and stability in comparison with growth.Pediatrics, 120(4), e769-e776.
Özmert, E. N. (2006). Erken çocukluk gelişiminin desteklenmesi-III: Aile. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 49(3), 256-273.
Zuckerman, B., Stevenson, J., & Bailey, V. (1987). Sleep problems in early childhood: continuities, predictive factors, and behavioral correlates. Pediatrics,80(5), 664-671.